Solcuların Kemalizme bakışı… Nedir bu kırmızı çizgiler

Marksistler solun politik konumlanışını tayin etmek için teorik olarak çok emek verdiler. Bu çabalar boyunca, tekrar edersem, Cumhuriyet kazanımlarına özenle sahip çıkmak bir kırmızı çizgidir.

Aydemir Güler’in Sol gazetesinde yer alan “Solcular Kemalizme bakarken…” yazısının tamamı şu şekilde:

“Solun bir kesiminin kolaycı tarih tezidir; denmiştir ki, ‘68 kuşağı Kemalizmden kopuştur ve bu doğruysa, solun önceki tarihi Kemalist bir sapmayla yaralıdır. O zamanların TKP’si kendi sağından medet uman bir akımdır, devrimci değildir…

Bana sorarsanız, o kadar basit değil. 1968 öncesi dönem, 1920 doğumlu TKP’nin mührünü taşır. Türkiye’de solda yeni bir yolun şekillenişini, ben, tarihimizde ilk kez “partili olmayan bir sosyalizm mücadelesi” perspektifinin başlı başına bir politik kulvar oluşturması diye betimlerim. Bu gelişme işçi sınıfı partisi zemininden sapmadır ve başka bir tartışmanın konusu olur.

Asıl tartışmaya devam etmeden önce eklemeliyim; 68 doğumlu akımlar sınıf partisinden topluca uzaklaşırken çoğunluğu Kemalist mirasa, neredeyse bir mesafeden bakıldığında Kemalist zannedilecek kadar büyük bir gayretkeşlikle sahip çıkmıştır. Azınlık bir kesimse devrimciliği geçmişle bağların ne kadar kırılıp atıldığıyla ölçmeye kalkmış, “radikallikle” karıştırmıştır.

Türkiye solunun burjuva devrimiyle ve burjuva devriminin mirasçılarıyla nasıl bir ilişki kurması gerektiği ise büyük ve özgün bir sorun olmaya devam etmiştir…

Solun kendinden önce gerçekleşmiş ve varoluşunu çerçeveleyen tarihsel bir ilerlemeyi hiçe sayması, bunun karşısında konumlanması düpedüz Marksizme aykırıdır. Buraya kadarı genel, teorik. Somut ülke örneğimizde ise daha fazlası var.

Sol bizde emperyalizme ve işbirlikçisi “eski rejime” karşı savaşın çocuğudur. Başka topraklarda, modern sosyalizm emeğin hak mücadelesinde doğmuşken, bizde ülkenin kendisi yeniden kurulur. Osmanlı işçi sınıfı ve emekçi halkı başkadır, Türkiye’nin yeni emekçi sınıfları başka. Bir toplum dağılmış, bir ülke yok edilmek istenmiş ve yerine yenisi kurulmuştur. Modern Türkiye’de, solun penceresinden bakıldığında görünen, yalın haliyle sömürücü bir egemen güç değil, bu özelliğinin yanı sıra yeni ve ileri ülkenin kurucu hareketi olmuştur.

Egemenlerse egemen oldukları ülkede hayli uzun süre bu kurucu hareketi, Kemalizmi “tartışma üstü” saymak durumunda kaldılar. Devletçiliğinden, emperyalizm karşıtlığından, laikliğinden hiç haz etmeseler bile, onların da varlık kazandıkları zemin Kemalizme dayanıyordu. Sermaye sınıfı Cumhuriyet devriminin hain ve ikiyüzlü evladıdır.

Solun sorunu, bu karışıklığı sadeleştirmekten ibaret de değildi. Uluslararası dinamikler tabloyu daha da karmaşık hale getiriyordu; konjonktür fevkalade oynak, coğrafya mayın döşeliydi. Solun dünyadaki en büyük kazanımı Sovyetler Birliği hemen güneyinde devrimcilerin risk almasına karşıydı. Riskin bedeli sosyalist devlet için yaşamsal bir nefes alma kanalının kapanması olabilirdi. Onlar da kendilerince haklıydılar.

Marksistler solun politik konumlanışını tayin etmek için teorik olarak çok emek verdiler. Bu çabalar boyunca, tekrar edersem, Cumhuriyet kazanımlarına özenle sahip çıkmak bir kırmızı çizgidir. Çizgiyi ihlal eden soldan çekip gider!

Pratikteyse sonuç Kemalizme bir sarkaç misali, yaklaşıp uzaklaşmak biçimini almıştır. Bir noktadan sonra, “tarihsel ilerlemelere sahip çıktığı ölçüde iktidarı desteklemek” ama “sahip çıkmadığı yerde karşısına dikilmek”, teorik olarak aşılmaz, ama pratik olarak anlam taşımaz olmuştur. Solcular ellerinde nasıl bir ölçüm aletiyle düzenin 1919-1923’le mesafesini ölçeceklerdir? Doğru ölçmek ne kazandıracaktır?

Ölçümü mutlaka doğru yapması gereken sol, pratikte yüzünü siyasi iktidarı ele geçirmeye hiç çevirememiştir. İktidarı yani devrimi düşleyecek kadar hiç güçlenmediğimiz doğru olmakla birlikte mazeret oluşturmaz. Çünkü sosyalist iktidar perspektifi, yeterince güçlendikten sonra varılacak bir mertebe değildir. Solun devrimci bir hamle yapmak açısından anlam taşımayan, ama ciddi güç biriktirdiği nice deneyim yaşanmıştır başka ülkelerde. Türkiye’de ise asıl tersi geçerlidir; sol bizim ülkemizde devrimi düşlemeden güçlenemez!

Nitekim büyük mücadeleler, emekler ve bedellerle son derece değerli kazanımlar elde edildiği, birikim oluşturulduğu görülmüştür. Ancak bu birikim, solun şu veya bu kesimi değil, tamamı için “demokrasinin genişletilmesi” hedefine bağlanmıştır. Devrimcilerin devrim yapmak için değil demokrasiyi çoğaltmak için mücadelesi. Komünistlerin komünistlik değil demokratlık yapması…

Geçmişte daha iyisi nasıl yapılabilirdi diye tartışmaya devam edebiliriz elbette. Tartışacağız, ders çıkaracağız, aklımızı açacağız… Ama artık buraya kadar hakkında konuştuğumuz tablo baştan aşağı değişmiş bulunuyor: AKP Cumhuriyeti yıktı! On yıllar boyu sermaye düzeninin mesafelendiği, delik deşik ettiği Kemalizm iktidardan uzaklaştırıldı! Solun problematiği artık sermaye düzeninin kustuğu Cumhuriyet’i çok daha sağlam temellerde, bir sosyalist cumhuriyet olarak yeniden kurmaktır. Solun mevcut yapıyla arasındaki mesafeyi iyi ölçmek diye bir derdi yoktur. Bu anlamda aranacak bir denge bulunmamaktadır.

Kemalizmin de artık mevcut düzenle ilgili bir sorumluluğu, yükümlülüğü kalmadı. Bu anlamda gözetmesi gereken dengeler yok. 1923 Devriminin mirası, AKP’ye ve onu var eden sermaye düzenine karşı ayağa kalkmaktan başka bir seçenek sunmamaktadır.

Buradan geçmişteki denemelerin ilkelerine sadık ama yeni bir yol açılır.

Bu yola çıkmak için, siyasal mücadelenin özünde siyasi iktidar mücadelesi olduğunun üstünü örten eski varsayımlardan kurtulmak gerekir.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir